Geçtiğimiz
ay Hugo, ödüllü birçokları için bilim-kurgunun zirvesi olarak görülen Dune, gösterime
girdi. Eleştirmenlerden epey yüksek puanlar aldığı gibi izleyenler tarafından
da oldukça beğenildi ki, çoktan bir 20 sene sonra kült olacağı ve çağımızın ‘Star
Wars’u olduğu konuşuluyor. Büyük ihtimalle birçoğumuz filmi izledi ama önce
filmin konusundan bahsetmek âdettendir, biz de oradan başlayalım.
Dune
bir çöl gezegeninde başlayan ve o gezegen etrafında dönen bir hikâye. Arrakis
veya Dune’dur bu gezegenin adı ve çoklu galaktik bir sisteme hükmeden monarşik
ailelerin güç savaşlarının merkezinde bulunur. Tamamen çölden oluşan Arrakis’te
su kaynağı yok denecek kadar azdır ama kaderin oyunu; gezegenin yüzeyi
yaşlanmayı geciktiren ve tüketildiğinde kısa süreli olarak geleceği görme
yetisi veren melanj baharatının yetiştiği evrendeki tek yerdir. Hikâye, yeşili
ve suyu bol bir gezegenin yöneticisi olan Atreides ailesinin İmparator
tarafından Arrakis’i yönetmekle görevlendirilmesiyle başlar. Politik komplolar
ve ihanetler ardı ardına gerçekleşirken olan biteni, bir gün evrenin kurtarıcısı
ve mesihi haline gelmesi kehanet edilen Paul’un olduğu yerden izleriz.
Peki,
temelde sadece bir bilim-kurgu hikayesi olan Dune’u bu kadar önemli, türeticiyle
ilişkili hale getiren ve geleceğe dair öngörü bulunduğunu düşündürecek yer neresi?
Dune, yarattığı çöl gezegeni ve gezegenin yerli halkı olan Fremenler üzerinden günümüz
dünyasının çok temel bir sorununu göz önüne koyuyor; o da suyun eksikliği.
İnsan, neye sahip değilse bütün hayatını da onun etrafına inşa eder; Fremenlerin
de tüm kültürü ve teknolojisi var olan suyla idare etmek üzerine kurulmuş,
umutları ise gezegeni suyun bol olduğu bir yer haline getirmeye bağlı durumda. Gökten
su yağması onlar için bir şaka unsuru, inanması imkânsız bir gerçek. Kıyafetleri
vücuttaki suyu tekrar tekrar dönüştürüp, vücuda geri vermek için tasarlanmış. Cenazeler
sırasında ağlamak bir hakaret çünkü, ölünün arkasından su harcamak temelde bir
başkasının ölümüne yol açıyor. En büyük servetleri su ve üç litre su bir
hazineye bedel. Böyle bakıldığında bütün bunlar çok ekstrem gelebilir ama eğer
baharatın yerine petrolü veya mücevheri, kahveyi, üçüncü dünya ülkelerinde minimum
ücretlerle çalıştırılan işçiler tarafından çıkarılan herhangi bir tüketim
ürününü koyduğunuzda aslında Arrakis’in, Orta Doğu’dan, Afrika’dan veya Batı Asya
ülkelerinden çok da farklı olmadığını göreceksiniz.
Su
sıkıntısı bizlerin belki de birebir yaşadığı bir durum olmasa da, dünya
halkının büyük bir kısmı için oldukça gündelik bir durum. Eğer bu düzene
gözlerimizi yumup bugün içinde bulunduğumuz tüketim düzenine bir dur demezsek geriye
kalan herkes için de oldukça gerçek olabilir. Dünyamız her geçen gün daha çok
ısınan, attığımız her çöple daha çok kirlenen haliyle bir sınırın eşiğinde. Tam
da Dune’da Frank Herbert’ın öngördüğü ve gelişini duyurduğu doğrudan bir çöl
gezegeni olarak olmasa da, yaşanması neredeyse imkânsız ve temel ihtiyaçların
elde edilemediği, çaresizliğin gerçek olduğu bir dünya olarak…
Yorumlar
Yorum Gönder