“Mekan da türetilebilir!” mottosuyla yola çıktığımız Metruk yazı serimizin bir başkasıyla ve yeni bir terk edilmiş mekan ile tekrar karşınızdayız. Bu sefer konuğumuz, Troçki Evi olarak da anılan, Lev Troçki’nin anavatanından sürgün edilmesiyle yerleştiği İstanbul’daki ikinci evi: Yanaros Köşkü.
Kırmızı Kiremitleriyle Denize Karşı Bir Köşk
Takvimler 1885
yılını gösterirken Rum mimar Nikolaos Dimadis, Büyükada’nın kuzeye bakan
tarafında denize yakın bir arsaya inşa eder Yanaros Köşkü’nü. Fener Rum
Lisesi’nin mimarı olan babasının izinden giderek bu evde de aynı kırmızı
kiremitleri kullanır. Yılları yılı, Büyükada birçoklarını sürgün tutmuştur. Bu
köşkün son sakini de, aynı zamanda adanın son sürgünü Lev Troçki olur.
Yanaros Köşkü’nün tarihi birçok anlamda Lev Troçki ile doğrudan kesişir ve bu anlamda köşkün hikayesini Troçki’nin hikayesi olmadan anlatmak oldukça güç. Modern Rus siyasi tarihinin Stalin ve Lenin’in ardından en önemli ismidir Troçki. Özellikle Ekim devrimi sürecince Kızıl Ordu’yu kurarak devrimin başarısında büyük rol oynar. Stalin’inin devrim sonrası başa geçmesiyle, görüşlerine karşı çıkarak onunla kazanması güç bir iktidar mücadelesine girer. İki yıllık yoğun bir diplomatik savaşın ardından tüm yetkilerini, gücünü bir bir kaybeder Troçki. Ve böylece sürgün edilir. Sürgününün ilk durağı ise Türkiye olur.
1929 yılında
Odessa’dan İlyiç vapuruyla İstanbul’a gelirken elinde Atatürk’e verilmek üzere
bir mektup vardır;
“Sayın Başkan, İstanbul’un kapısında size şunu bildirmekle onur duyuyorum: Türkiye sınırlarına kendi dileğimle gelmedim. Bu sınırlardan içeri zorla sokuluyorum. Rusya’dan çıkarıldıktan sonra, dilini bildiğim ve tanıdığım bir ülkeye gitmeyi yeğlerdim. Fakat sürenler, sürülenlerin bu isteklerine çok ender özen gösteriyorlar. Ülkemden çıkarılmam sorunun sonu değildir. Olaylar kısa ya da uzun sürede gelişecektir. Ben Marks’ın okulunda tarihe sabırla bakmayı öğrendim. En iyi duygularımı kabul buyurunuz Bay Başkan. Lev Troçki.”
Geldiği gördüğü gibi aşık olur Büyükada’ya Troçki. İstanbul’un neresine giderse gitsin adadan kopamaz. Birkaç defa ev değiştirmesinin ardından, nihayet Türkiye’deki son iki yılını geçireceği Yanaros Köşkü’ne yerleşir. Troçki’nin Büyükada’nın en sevdiği tarafı sessizliği olur. İstemeden geldiği Türkiye’de huzur bulmuştur. Üstelik en verimli yıllarını da burada geçirir. Sonraları Che Guavera’ya ilham olacak ‘sürekli devrim’ teorisini burada geliştirir. Otobiyografisini ve Rus Devrim Tarihi adlı kitabını burada yazar. Onun için ‘kalm elde, Büyükada’da çalışmak çok tatlı bir şey’dir. Kitaplardan kafasını kaldırıp yazmaya ara verdiği zamanlarda ise, kendisini deniz kenarına atar. Özel dostluklar kurar. Adadaki en büyük eğlencelerinden biri Rum balıkçısı Haralambos’la birlikte denize açılmaktır. Küçük bir tekneyle balığa çıkar, kocaman levrekler ve ıstakozlarla geri dönerler. Zamanında bu amaçla yaptırdığı ıstakoz havuzunun kalıntıları hala daha evin kıyısındaki sularda durmaktadır.
Fakat Troçki’nin adadaki günleri sınırlıdır. 1933 yılında sonraki sürgün yeri olan Fransa’ya gitmek için adadan ayrılır. Anı defterine not düşer;
Buraya geleli dört buçuk yıl oldu. Ayaklarım Büyükada topraklarına sanki kenetlenmiş gibi. Garip bir his var içimde…
Troçki’nin ardından, yıllar boyunca sergilerin, turistlerin odağı olur köşk. Tekrar tekrar müzeye çevrilmesi gündeme gelir. En sonunda bir gayrimenkul şirketinin mülkiyetine geçer. Fakat yine de hiç kimse restore etmeye, bakımını yapmaya yanaşmaz. O gün bugündür, Yanaros kimsesiz ve mülkiyeti elden ele geçse de adeta sahipsiz bir biçimde öylece dikilir. Parçaları tek tek yıkılıp, sarmaşıklar uzuvlarına sarmasına rağmen sonsuz bir sakinlik ve huzur içinde…
Yorumlar
Yorum Gönder